Cem Sağbil
1958 Zonguldak Kandilli`de doğdu.
1960-1976 Orta ve lise eğitimini Ankara`da tamamladı.
1976-1979 İstanbul Güzel Sanatlar Akademisi`nde İç Mimarlık ve Endüstri Tasarımı okudu.
1979 Almanya`nın Stuttgart şehrine yerleşti.
1981 Stuttgart Güzel Sanatlar Akademisi`nde Prof. U.Gunther`in yönettiği seramik ve Heykel bölümüne girdi.
1982 İlk atölyesini Stuttgart`ta kurdu. “Kolping Haus, Volkshchschule,Jugendhauser” de özel sanat ve seramik dersleri vermeye başladı.
1982-1984 Dışarıdan devam ettiği Stuttgart Üniversitesi`nde aldığı mimarlık dersleri sonrasında, 1984 yılında Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyet`nde Mimar Hasan Fatty`nin teknolojisini uygulayarak, Alman mimar ve sanatçıların katkısı ile “Doğal Kerpiç Evler” seminerini gerçekleştirdi.
1988 Stuttgart Güzel Sanatlar Akademisindeki öğrenimini Prof. G. Spanulo eşliğinde tamamladı.
1991 Çini ve yağlı boya resim, ağaç, seramik, metal vb. malzemelerin yanı sıra ağırlıklı olarak bronz heykel çalışmalarına başladı.
Çalışmalarını Stuttgart ve İzmir`de sürdürüyor.
''Cem Sağbil'in 1981 yılında iç mimarlık eğitimini yarıda bırakarak seramik ve heykel eğitimi için Almanya'ya gitmesiyle başlayan sanat serüveninin ilk yılları, kavramsal sanat için zihinsel hazırlık süreciyle geçti.
Sanatçının yıllar sonra adını koyabildiği "azınlık mantalitesi" kavramı, başka bir ülkeye yerleşen kişilerin kendi ülkelerindeki değerlere çok daha fazla anlam yüklemelerini ve bu değerlerin fikir ve eylemlerini yönlendirmede ağırlık kazanmasını ifade ediyor.
Bu kavram Sağbil'in uzunca bir dönem Türkiye kökenli mitolojiler üzerinde yoğunlaşmasına neden oldu.
Sanatçının "Hemera" ve "Ay Tutan Adam" heykellerinde, Hemera adlı heykelin elindeki küre güneşi, Apollon'u, erkeği ve batıyı simgelemekte, diğer heykelin elindeki ay ise doğuyu, kadını, Dionysos'u sembolize etmekte, böylece kadın elinde erkeği, erkek elinde kadını tutmakta, karşıt kavramların birbirini dengelemesi ve uyumu vurgulanmaktadır.
Hemera her sabah güneşi çıkarır ve akşam geri götürür. Ay tutan adam ise, dualizmi vurgulamak amacıyla, Hemera'nın yanında yer almaktadır.
Son yıllarda soyut çalışmalardan çok, anlatımcı figüratif eserlere ağırlık veren Sağbil, insana ait heykeller anlatmayı seviyor, insanı ve ilişkileri irdelerken mizahi bir yaklaşım sergileyerek hem keyif alıyor, hem de izleyenleri keyiflendiriyor.
İnsan ve melek figürlerinde, sanatçının kendi deyimiyle "Fransız karikatürist, ressam ve heykeltraş Daumier'nin tadı ve ironisi" var.
Çok içsel, çok derinden, insana dair söylemler sunan, zarif, esprili bir lisan ile sunulmuş üzgün, kızgın, mahcup, küstah, muzip ve türlü insani ifadeler içindeki bu yumuşacık, naif meleklerin bronzun sertliğinden yaratılması da yine bir dualite olarak karşımıza çıkıyor.
Kaşık melek serisi çevremizdeki insanların davranış biçimlerini sergilemektedir. "Birer kanat takabilirsek herkesin melek olması mümkündür" diyor Sağbil.
Kaşığı Brezilya kültüründe ölümsüzlüğü sembolize ettiğini, bu yüzden meleklerin kanatlarını yaparken kaşıktan yararlandığını söyleyen sanatçı, kaşığın bereketi temsil ettiğini ve bereket kavramının da eserlerinde çıkış noktalarından biri olduğunu ifade ediyor.
Nitekim, "Sevinç" adlı eserindeki kanatsız tombul melek de bereketi çağrıştırıyor. Sanatçının "Camı Kıran Adam" isimli eserinde ise, dirençlere karşı dayanan ve onları kıran parçalayan insan betimleniyor.
Sağbil'in farklı köklerden yola çıkmış bireylerin kendi kader çizgilerinde ilerlerken, binlerce farklı olasılığın bir araya gelmesi sonucu karşılaşmalrını anlattığı "Karşılaşma" adlı eserinde, birliktelik ve ayrılık, birlik ve farklılık ikilemi vurgulanıyor.
Yine insan ilişkilerini irdeleyen çiftleri betimleyen seri ile figüratif kayalar serisi de sanatçının son çalışmalarını oluşturuyor.
Hayatı, bireyleri ve ilişkileri iyimser, muzip, detaycı bir gözle izleyen Cem Sağbil'in bronz kanatlarıyla çıktığı, insana dair bir keşif yolculuğu olan ve bu bağlamda kendini sürekli yenileyen -umarım daha uzun yıllar devam edecek- sanat serüveninin ürünlerini izlemeye, kanatlı ve kanatsız tüm melekler davetlidir.''
Öniz Ercan
Eğitim Durumu
1988 Stuttgart Güzel Sanatlar Akademisindeki eğitimini Prof.G.Spanulo eşliğinde tamamladı.
1981 Stuttgart Güzel Sanatlar Üniversitesinde Seramik ve Heykel dalında eğitime başladı.
1976–79 İstanbul’da Güzel Sanatlar Akademisi İç dekorasyon ve endüstriyel tasarım bölümü
36 cm x 45 cm x 10 cm Bronz
Sisyphos Efsanesi
Sisyphos, yaptığı kötülükler nedeniyle yeraltı ülkesinde cezaya çarptırılmış bir mitoloji kahramanıdır. Onun adına, Homeros’un ünlü eseri “Odysseia”da rastlıyoruz. “Odysseia”da Sisyphos için şu dizeler yer almaktadır: “Sisyphos’u gördüm korkunç işkenceler çekerken: Yakalamış iki avucuyla kocaman bir kayayı ve kollarıyla, bacaklarıyla dayanmıştı kayaya, habire itiyordu onu bir tepeye doğru. İşte kaya tepeye vardı, varacak, işte tamam. Ama tepeye varmasına tam bir parmak kala, bir güç itiyordu onu tepeden gerisin geri, aşağıya kadar yuvarlanıyordu yeniden baş belası kaya. O da yeniden itiyordu kayayı bütün kaslarını gere gere, kopan toz toprak habire aşarken başının üstünden. O da habire itiyordu kayayı, kan ter içinde.” Mitolojinin en ünlü efsanelerinden biri, belki de Sisyphos efsanesidir. Dünya yazarlarınca üzerinde durulan, tekrar tekrar değişik yorumlarla yazılan efsane yine Sisyphos’tur. Örneğin, çağımızın ünlü Fransız yazarlarından biri olan Albert Camus, “Sisyphos Miti” adlı yapıtında olayı derinlemesine işlemiş ve kendi yorumuyla yeniden yazmıştır.
Sisyphos hilebazların piridir. Hile ile kazanılan her türlü başarıyı insan zekâsının bir zaferi olarak görür. Nedeni ne olursa olsun, kurnazlıkla elde edilen her şeyi olumlu olarak karşılar. Hatta ölüme bile oyun oynadığından ötürü cezaya çarptırıldığı söylenir. Bazı kaynaklar onun Epyre kentinde doğduğunu yazar ve başka kaynaklar da bir zamanların ünlü tüccarlarının ve zenginlerinin yaşadığı kent olan Korinthos’u da Sisyphos’un kurduğunu savunurlar.
Albert Camus, “Sisyphos Miti” adlı kitabında olaya bağlı kalarak Sisyphos’u bize şöyle tanımlıyor: “Sisyphos fazla akıllıydı, aşırı kurnazdı. Ömrü onu bunu aldatmakla geçmişti.” Aslında mitolojide Sisyphos öyküsü en yaygın bilinen şekliyle şöyle anlatılmaktadır: “Sisyphos bir gün Autolypos adlı bir hırsızı suçüstü yakalar. Daha sonra hırsızın güzel kızı Antiklia’yı baştan çıkarır. Antiklia, Sisyphos’tan hamile kalır. Fakat olaydan haberi olmayan Leartes bu kızla Autolypos’un ısrarı üzerine evlenir. Bu evlilikten Odysseus adlı bir çocuk doğar. Bu çocuk son derece kurnaz ve akıllıdır. Bunun nedeni, babasının Leartes değil, Sisyphos olmasıdır. Öykü şöyle devam eder: Baştanrı Asopos’un kızı Aigina’yı bir gün Tanrılar Tanrısı Zeus kaçırır. O sırada Korinthos kentinde kral, Sisyphos’tur. Baştanrı Asopos, Korinhos’a gelmiş, kızını aramaktadır.
Sonunda gider, Kral Sisyphos’u bulur, kızını kimin kaçırdığını sorar. Sisyphos, “Kızını kaçıranın kim olduğunu bildiğini, ama bir koşulla kendisine açıklayacağını,” söyler. Asopos, Sisyphos’un koşulunu kabul eder, o da kızını kaçıranın tanrı Zeus olduğunu açıklar. Tanrı Zeus bu işe o kadar çok kızar ki, ölüm cinini hemen Sisyphos’un üzerine gönderir. Fakat kurnaz Sisyphos durumu anlar, koca cini kıskıvrak bağlayıp kaçar.
Bunun üzerine insanlar ölmemeye başlar. Zeus durumu anlar ve ölüm cinini hemen kurtarır. İnsanlar ölümlü olmaya yeniden başlayınca da, ilk kurban olarak Sisyphos seçilir. Öldükten sonra da yeraltı ülkesinde sossuzluğa değin kalma cezasına çarptırılır. Kocaman bir kayayı yuvarlaya yuvarlaya bir tepeye çıkaracaktır. Ama her seferinde kaya tam zirveye gelmişken elinden kayıp aşağıya yuvarlanacak ve o yine kayayı yuvarlayarak tepeye çıkarmak zorunda kalacaktır. Sonsuza değin Sisyphos’un bu cezası bitmek tükenmek bilmeden sürecektir...